Allah Konulu Ayetler İlahi Sözleri
Allah Konulu Ayetler Sözleri, Allah Konulu Ayetler Sözlerinin Anlamı, Allah Konulu Ayetler İlahi Sözleri, Allah Konulu Ayetler Sözlerinin Anlamı İlahisini Dinle, Allah Konulu Ayetler Sözlerinin Anlamı İlahi Sözleri Konularına Göre Ayetler kaleminden yazılan Allah Konulu Ayetler Sözleri, Allah Konulu Ayetler Sözlerinin Anlamı ilahisinin sözlerisini sizler için aşağıda derledik. Allah Konulu Ayetler Sözleri, Allah Konulu Ayetler Sözlerini Anlamı İlahisinin Sözlerine aşağıdan erişebilirsiniz.

Fatiha-1 – Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla
2 – Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh’adır.
Bakara-7 – Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.
Bakara sûresinin ilk beş âyeti müminlerin, müteakip üç âyeti kâfirlerin, gelecek 8. âyetten itibaren onüç âyet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır.
8 – Öyle insanlar da vardır ki “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler; Oysa iman etmemişlerdir.
9 – Akılları sıra Allah’ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller.
10 – Kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti.
Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır.
15 – Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
Allah’ın alay etmesinden maksat, münafıkların alay etmelerinin karşılığını vermesidir. Müşâkele babından olarak, benzer lafızla, tamamen farklı mâna kasdetme söz konusudur. Mesela haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdid eden annesi “Sen gül, ben de sana gülerim!” derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi.
Kalbinde iman etmediği halde müslüman görünen kimseye münafık denir. Bunlara İslâm toplumunda müslüman muamelesi yapılır. Böylece:
1. İslâmın sabır ve müsamahası uygulanır.
2. Onların nesillerinden gerçek müminlerin yetişmesine imkân hazırlanır.
17 – Bunların hali, o kimsenin haline benzer ki aydınlanmak için bir ateş yakar. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır, onlar da göremez olurlar.
19 – Yahut onların durumu gökten sağnak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır.
20 – Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.
22 – O rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı.
Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı.
Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Allah’a eş koşmayın.
Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir.
Bu âyette İ’caz delillerinden bir cüz vardır. Yer küresini çevreleyen ilk kısımda çeşitli hava tabakaları bulunur. Bu tabakalar, evrenin muhtelif yerlerinden gelen zararlı ışınlardan dünyayı korur. Sadece dünyadaki hayat için faydalı olanları geçirirler. Binaenaleyh bunlar tavan veya gölgelik durumundadırlar. İşte bulut ve yağmur da göğün bu tabakasında meydana gelir”
23 – Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ânın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz.
Hz. Peygamber (a.s.)ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ânın Allah’ın sözü olması, i’caz vasfına haiz olmasıyla tezahür etmiştir. İ’cazı da itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır. Bu âyet, tehaddi safhalarının sonuncusudur. Şöyle ki: 1. Kur’ân ilk meydan okuduğunda, Kur’âna benzer bir söz istedi (Tur, 33-34). 2. Uydurma hikâyelerden de olsa on sûrenin benzerini (Hud, 13-14). 3. Hiç değilse bir sûrenin mislini getirmelerini istedi. (Yunus, 38). 4. Tam misli olmasa da kısmen olsun, Kur’âna benzer bir söz söylemeye dâvet etti. Ne nüzul asrında, ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i’cazı sabit oldu.
26 – Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise “Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor” derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz.
Fısk kelimesinin sözlük anlamı “çıkmak, huruc etmek” dir. Nitekim delikten çıkan farelere “fâsıklar” denir. Dini terim olarak fâsık “büyük günah işlemek suretiyle Allah’a itaat çizgisinden çıkan” mânasınadır ki küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer. Şer’î bakımdan fıskın üç derecesi vardır. Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek. İkincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek. Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir. Fâsık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mü’min adı alınmaz. Şu halde fâsık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi, imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir. Mu’tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin, ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar. Hâriciler ise, üçünü de kâfir saymışlardır.
27 – Bu fâsıklar o kimselerdir ki Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keserler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
28 – Ey kâfirler! Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki siz ölü iken size hayatı veren O’dur. Şunu bilin ki tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
55 – Bir zaman da: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız” dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız.
60 – Bir zaman da Mûsâ kavmi için su arayıp Allah’a yalvarmıştı.
Biz de: “Asanı taşa vur!” demiştik.
Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti.
“Allah’ın rızkından yeyin için, fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın” demiştik.
61 – Bir vakit şöyle dediniz: “Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayacağız.
O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.”
Mûsâ da: “Ne o! dedi. Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz?
Pekâla, şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz.
Üzerlerine horluk ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle! Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.
Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve sınırı aşıyorlardı.
Mısr: hem özel isim olarak bu isimle bilinen bir ülke, hem de cins ismi olarak “şehir” anlamına gelebilir. Fakat İsrailoğulları, Mısır’dan çıkışlarından sonra, oraya tekrar dönmediklerinden, tefsircilerimiz bunun cins isim olarak, Kudüs diyarındaki kasabalardan herhangi birinin olabileceğini söylemişlerdir. M. Hamidullah âyetin tefsirinde şöyle der: “Yahudiler, Kudüs diyarını çevreleyen şehirlere hücum etmekten korkuyorlardı. Hz Mûsâ, onlara: “Canınız o sebzeleri istiyorsa onlar o şehirde. Sıkı ise gidin oradan temin edin!” demek istemişti.
62 – İman edenler, yahudiler, hıristiyanlar, Sabiîler… Her kim Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri yanında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar.
Âyetin ilk kelimesindeki “İman edenler” den maksat, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir. Âyetteki “her kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve amel-i sâlih işlerse” cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz. Muhammed (a.s.) ın peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lâzım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce Allah’a ve âhirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve İncîl hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler. Böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı?
Âyette zahirî îman sahipleri, Yahudi, Sabiî ve hıristiyanlarla bir tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu, Kur’ân’da bildirilen rükünleriyle kâmil iman ve salih amel şartına bağlı kılınmıştır. Böylece İslâm dininin dâvet ve hidâyetinde, bütün insanlara açık evrensel bir din olduğu âşikâr olmaktadır. Demek doğumla ilgili olan, ırk gibi bir din anlayışı değil, tahkiki bir iman esastır.
Yahûd: Arapçada bu kelime “tevbe etmek” veya “yahudi olmak” anlamına gelir. Yahut cins ismi olup kavmin veya boyun adıdır. Tekili ise Yahûdi olup o kavme mensup olan kişiye denilir.
Nasârâ: Tekili nasrânî olup, hıristiyanlar mânasına gelir. Hz. Îsâ (a.s.)’ın yaşadığı Nâsıra şehrine mensubiyeti belirtir.
Sabiîn: Dilde “Sabie” “bir dinden çıkıp başka dine girmek” demektir. Bazı Tefsirler İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensupları diye açıklarlar. Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar olduğu söylenmiştir. Âlemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler. Hz. İbrâhim (a.s.) bunları irşad için gönderilmişti. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır.
64 – Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
67 – Bir vakit de Mûsâ kavmine: “Allah, bir sığır kesmenizi emrediyor” demiş, onlar da: “Ay! Sen bizimle alay mı ediyorsun” diye cevap vermişlerdi. Mûsâ da “Öyle cahillere katılmaktan Allah’a sığınırım” demişti.
Sûrenin adı, bu âyette başlayan bakara kıssasından alınmıştır. Bakara, “bakar”ın müennesi veya müfredidir. Bakar, manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre bakara: erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir deve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir.
70 – Onlar yine dediler ki: Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun nasıl olacağını bize iyice bildirsin.
Zira istenen sığır, bize diğerlerine benzer geldiğinden tereddütte kaldık. Ama inşaallah asıl istenen sığırı buluruz.
72 – Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle kavgaya tutuşup suçu üzerinizden atmıştınız.
Hâlbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı.
73 – Bunun üzerine dedik ki: “Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun” (Vurulunca da o diriliverdi.)
İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir.
Aklınızı iyice kullanasınız diye âyetlerini size gösterir.
Allah Teâlâ inek kesme emri ile onların içlerine yerleşmiş sığıra tapma geleneğini kesmek istiyordu. Taptıkları nesnenin âcizliğini gösteriyordu. Ayrıca onun parçalarından biri ile ölüye vurulmasını emredip bir ölüyü dirilterek mûcize göstermek istiyordu. Bunun topluca görülmesi için, böyle bir merasim düzenlendiği anlaşılıyor. Buna benzer bir kıssa Tevrat’da yer alır. (Tesniye, 21,1-9)
74 – Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı!
Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır.
Öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar.
Ve öylesi var ki Allah’a olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
75 – Nasıl olur onların size güvenmelerini beklersiniz ki onlardan bir zümre vardı ki Allah’ın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu tahrif eder, değiştirirlerdi.
76 – Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler.
Kendi aralarında kaldıklarında ise: “Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allah’ın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz?
Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”
77 – Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
79 – Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: “Bu Allah tarafındandır” diyenlerin vay haline!
Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara!
Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!
80 – Bir de derler ki: “Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak”
De ki: “Buna dair Allah’tan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âla, Allah vâdinden asla caymaz.”
Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına söylüyorsunuz?
83 – Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: “Allah’dan başkasına ibadet etmeyin.
Anneye babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin,
İnsanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin” demiştik.
Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hâla da yüz çevirmektesiniz.
85 – Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz.
Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz.
Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı.
Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz?
İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir.
Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Hicretten önce Medine’deki Yahudi kabilelerinden Benî Kurayza Evs, Benî Nadîr ise Hazrec ile anlaşma yapmışlardı. Bunlar, birbiri ile savaşınca Yahudi müttefikleri de savaşa katılıyor, Böylece Yahudiler de birbiri ile savaşıyorlardı. Fakat esir düşenler arasında Yahudi varsa fidye alarak serbest bırakıyorlardı. Fidye almaları ayıplanınca “Cevaz var” demeleri üzerine, onlar “savaşma” yasağını ne yapacaksınız?” diye sıkıştırılıp çelişkileri sergileniyor.
88 – “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti.
Onun için pek az iman ederler.
Âyette geçen gulf, ağlef’in çoğuludur. Gulfe veya gılaf’dan “kabuklu” yani “sünnetsiz” ya da “kılıflı” demektir ki burada kelime “kaşarlanmış” mealindedir. O Yahudiler böyle diyerek Hz. Muhammed (a.s.) ın dâvetine karşı kalblerinin kapalı olduğunu ve bunları dinlemeye, anlamaya yanaşmak niyetinde olmadıklarını, alay ve küçümseme ile söylemek ve akıllarınca iftihar etmek istediler.
“Sünnetsiz kalb” tabirinin “nankör, inkârcı kalb, Allah’a verdiği ahdi bozan kalb” mânasına Tevrat’da da kullanıldığını görmekteyiz. Bazı Beni İsrail peygamberleri Yahudileri “sünnetsiz kalb” taşıdıklarından ötürü acı bir şekilde kınamışlardır. (Tesniye 30,6; Yeremya 9,26).
89 – Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman.
Daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için “ahir zaman Peygamberi hakkı için” diye dua ettikleri halde.
Evet, o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.
O sebeple, Allah’ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun.
Yahudilerin kendi kitaplarındaki bilgilere dayanarak, yakında gelecek bir Peygamber bekledikleri Medine’de meşhur idi. Şu söz devamlı ağızlarında idi: “Şu putperestler biraz daha hükmetsinler bakalım. Peygamber geldiğinde onların hesabını göreceğiz.” Fakat o gelince, sırf ırkçılık sebebiyle ona düşman oldular.
90 – Ne kötü o, karşılığında kendilerini sattıkları şey ki,
Allah’ın kullarından dilediği birine kendi lütfundan vahiy indirmesini kıskanarak,
Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler de gazap üstüne gazaba uğradılar!
Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap da vardır.
91 – Onlara: “Allah’ın indirdiği bu Kur’ân’a da iman edin” denildiği vakit:
“Biz sadece bize indirilene inanırız” derler.
Kur’ân, ellerindeki Tevratı tasdik eden hak kitap olmasına rağmen,
Kendi kitaplarından başkasını inkâr ederler. Onlara de ki: “Size gönderilen Tevrat’a inanma iddianızda samimi iseniz,
Peki, ne diye daha önce, Allahın nebîlerini öldürüyordunuz?
94 – De ki: Eğer Allah katında âhiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü istesenize!
95 – Fakat elleriyle yaptıkları işler ortada iken, ölümü asla istemezler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir.
96 – İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün.
Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler.
Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir.
Allah, onların bütün yaptıklarını görür.
“Âhiret sırf bizimdir” demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız; ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız” demek olur. Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç – beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, onlar asla istemezler. Zira âhiret için hazırladıkları şeyler zulümler, cürümler, cinayetlerdir. Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir. O kirli ellerin neler yaptığını, âhirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçmezler, ölümü isteyemezler. Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, âhiret yurdu bizimdir, diyorlar. Oysa Allah bütün zalimleri bilir.
Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir. Ya bunlar: “Âhiret sırf bizimdir” derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar. Böylece âhirete asla inanmıyorlar demektir. Ya da bunların maksadı gerçek âhiret olmayıp bekledikleri dünyevî bir gelecektir. Gerçekten yahudiler son devirlerde âhiret kavramını tahrif ve tevil ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kendilerine vaad edildiğini ileri sürdükleri kutsal topraklarda devlet kurduktan sonra, bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın tek devleti olacaklardır.
97 – De ki: “Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir.
98 – Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Peygamber Efendimiz (a.s.) Medineye hicret buyurduklarında Fedek yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir grupla geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahiy getiren meleği sorup “Cebrâil” cevabını alınca “O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine bu âyet nazil olmuştur. Hz. Ömer’le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir.
101 – Onlara, Allah katından, kendilerine verilen Tevrat’ı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitapdan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de
102 – tuttular Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular.
Hâlbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler.
Halka sihiri ve Babilde Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı.
Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.
İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.
Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi.
Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı.
Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!
Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü kabilinden şeyleri öğrendiler. Bu sihiri de Hz. Süleyman (a.s.)a bağladılar. Allah’ın kitabından uzaklaştılar. Kur’ân Hz. Süleyman (a.s.)’ın, sadece büyüden değil, Tevrattaki diğer bazı isnatlardan da beri olduğunu bildirir. Büyüden başlıca maksatları, karı kocayı ayırmaktı. Bu da onların ahlâkça ne derece düştüklerini gösterir.
103 – Şayet onlar iman edip sihir gibi haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu.
Keşke bunu bilselerdi!
105 – Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler,
Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler.
Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder.
Allah büyük lütuf sahibidir.
106 – Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz.
Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler, Kur’ân metni olma bakımından eşit değerdedirler. Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir.
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: “Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille kaldırması” dır. Allah Teâla insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâma çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâla bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlûkatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.
107 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.
Sizin O’ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur.
109 – Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i kitaptan birçok kimse, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler.
Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün.
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110 – Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin.
Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz.
Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.
112 – Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde onun mükâfatı olacaktır. Onlar ne korkuya mâruz kalacak ve ne de üzüntü duyacaklardır.
Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil (a.s.) ın İslâmı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden hadîs-i şerîfe göre İhsan: “Senin Allah’ı görüyormuşcasına O’na ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor” Burada bu anlamda veya geniş mânası ile ihsan (iyilik yapmak, iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir.
113 – Yahudiler: “Hıristiyanlar hakikî bir din üzere değil.”
Hıristiyanlar ise: “Yahudiler hakikî bir din üzere değil” dediler.
Halbuki her iki topluluk da Kitabı (Tevrat ve İncîl’i) okumaktalar.
Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler.
Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları hususlarda hükmünü verecektir.
Bilmeyenlerden maksat: Arap müşrikleri, putperestler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Semâvî dinlere karşı “hiçbir hakikate istinad etmez, aslı yoktur” dediler.
114 – Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha zalim kim olabilir?
Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler.
Onlar için dünyada zillet, âhirette ise müthiş bir azap vardır.
115 – Doğu da Batı da Allah’ındır.
Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah’a itaat ve ibadet ciheti vardır.
Muhakkak ki Allah’ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır.
116 – Bir de: “Allah evlat edindi” dediler.
Hâşâ! O böyle şeylerden münezzehtir.
Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun mahlûkudur.
Hepsi O’nun emrine boyun eğmektedir.
118 – Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize mûcize gösterilmeli değil miydi?”
Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi.
Kalbleri nasıl da birbirine benziyor!
Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik.
120 – Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar.
Sen de ki: “Allah’ın hidâyet yolu olan İslâm, doğru yolun ta kendisidir.
Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan,
Allah’a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.
126 – Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap.
Buranın halkından “Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.” dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim.
Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!”
132 – Bu dini İbrâhim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi Yâkub da böyle yaptı ve: “Evlatlarım! dedi, Allah sizin için bu dini seçti.
Sakın müslümanlıktan başka bir din üzere ölmeyin.”
İsrailoğulları Hz. Yâkub (a.s.)’ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor. Tevrat’ta Hz. Yâkub’un vefatı anlatılırken onun bu son isteği yer almaz. Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde anlatır. (Mevdudî, Tefhim)
136 – Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a,
Keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene
Ve yine Mûsâya, Îsâ’ya,
Hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik.
Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız.
Biz yalnız O’na teslim olan müslümanlarız.”
137 – Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok yüzçevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler.
Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.
138 – Siz Allah’ın verdiği rengi alınız.
Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?
“Biz ancak O’na ibadet ederiz” deyiniz.
139 – Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde,
Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz?
Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait.
Biz tam bir samimiyetle yalnız O’na bağlıyız.
140 – Yoksa Siz İbrâhim, İsmâil, İshak ve Yâkub’un ve onun evlatlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?
Allah’ın, Kitabı vasıtasıyla kendisine ulaştırdığı hakikati saklayandan daha zalim kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Yahudilik özel âyinleri ve düzenlemeleri ile M.Ö. dördüncü asırda şekillenmiştir. Hıristiyanlık Hz. Îsâ’nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden çok sonra şekillenmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerden önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere mensup olmaları mümkün değildir. Hal böyle olunca Kur’ân, Allah nezdinde makbul olmak için, Allah’ın bütün peygamberleri tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu vurguluyor.
142 – Akılsız insanlar: “Bu müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?” diyecekler.
De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir.
Hicretten on yedi ay kadar sonra kıble, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe’ye çevirildi. Vahiy, Hz. Peygamber öğle namazında iken geldi. İlk iki rekatı Kudüs’e, son iki rekatı da namaz esnasında dönerek Mekke’ye doğru kıldırdı. Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi, günümüzde Medine’de mevcuttur. Âyetin son kısmı, kıble yönünün, Allah’ın sadece o tarafta olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.
143 – Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.
Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır.
Gerçi bu oldukça ağır bir iştir. Ancak Allah’ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez.
Allah imanınızı zayi edecek değildir.
Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.
Müslümanlar, Allah’ın hidâyetine tâbi olarak örnek ümmet haline geldiler. Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslâm’a verilmesini simgeliyordu. Allah Teâla âhirette peygamberlerin hakkı tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten de peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır.
Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Siz Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz gerekli olur.” Müminler, Allah’ı görüyorcasına yaşamak, hal ve davranışları ile insanlara Allah’ı tanıtma görevindedirler. Öyle ki, onları gören, Allah’ı hatırlamalıdır.
“Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez” hadisi icmâ delilinin esas kaynağıdır.
144 – Elbette ilahi buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz.
Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz.
Haydi çevir yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru!
Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz çevirin yüzünüzü oraya doğru!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rab’leri tarafından olduğunu bilirler.
Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
148 – Herkesin yöneldiği bir cihet vardır,
Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın.
Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir.
Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet-i kerîme Kur’ân’ın müslümanların şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme ve fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Vallahu A’lem.
149 – Her nereden yola çıkarsan çık,
Sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür.
Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından gelen gerçektir.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
153 – Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah’tan yardım dileyin.
Muhakkak ki Allah sabredenlerle bareberdir.
“Namaz müminin miracıdır.” Rûhun huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve âhiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır. Hz. Peygamberin tavsifi ile “Dinin direği” olan namaz, imanı besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır.
154 – Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin.
Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.
156 – Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde,
“Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz” derler.
Böyle demeye, bu âyetten alınan bir kelime ile istirca’ denir. Bu âyet, İslâm ümmetine Allah’ın büyük lütuflarındandır. Özellikle musîbet ve sıkıntı hallerinde “Biz Allah’a âidiz” diyerek mümin malını, canını, her şeyini Allah’a teslim etmekte, bütün kâinatın O’nun yaratıkları olduklarını, O’nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının yerinde olduğunu hatırlar. Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden gelir.
158 – Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir.
Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur.
Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür.
Zira Allah şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir.
Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa’y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allah’ın şeâiri olmaktan çıkarmaz.
159 – İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya!
İşte onlara Allah lânet ettiği gibi,
Lânet edebilecek herkes de lânet eder.
161 – İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya!
İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.
164 – Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,
Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.
Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teâla: “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” deyince Efendimiz: “O halde benimle halkımı başbaşa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim” demesi üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur’ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.
165 – Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler.
Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir.
O, böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’ân ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allah’ı severcesine seven kimse, Allah’tan başka nid (yani O’na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir. el-Vedûd Allah’ın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.
167 – Bunun üzerine o tâbi olanlar şöyle dediler:
“Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi,
Biz de onları bir reddetseydik!
İşte Allah Teâlâ onlara, bütün yaptıklarını, en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onların o ateşten çıkacakları da yoktur.
169 – O sizi hep çirkin işler ve hayâsızlık yapmaya
Bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmeye teşvik eder.
170 – Onlara: “Gelin Allah’ın indirdiği buyruklara tâbi olun!” denildiğinde:
“Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız” derler.
Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
172 – Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yeyiniz.
Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, O’na şükrediniz.
173 – O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Kim mecbur kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartıyla bunlardan yemesinde günah yoktur. Allah gafurdur, rahim’dir: (Günahları çok çok affeder, merhameti ve ihsanı boldur).
174 – Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya!
İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz.
Onlara son derece acı bir azap vardır.
176 – Böyle olacaktır: Çünkü Allah kitabı gerçek bir gaye ile hak olarak indirmiştir.
Ve kitap hakkında ihtilafa dalanlar haktan pek uzağa düşmüşlerdir.
Bi’l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir. Burada bâ’ edatı konusunda: mülâbese, musahebe veya sebebiyye olmak üzere birkaç ihtimal vardır. Mülabese olursa: hakka mülabis, yani “haklı olarak”, “hak olarak iniş” veya “kitabın tam hakkı verilerek” demek olur. Sebebiye olursa: “bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile” demek olur ki, yerine göre bu mânalardan biri tercih olunur.
177 – Takvâ, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir.
Lâkin takvâ Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden,
Sevdiği malını Allah’ı hoşnud etmek için
Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren,
Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,
Sözleştiği zaman sözlerinde duran,
Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde,
Savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır.
İşte onlardır imanlarında samimi olanlar
Ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takvâlılar!
Bu bir tek âyet İslâmın başlıca inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır. Buna işaret olarak Hz. Peygamber (a.s.m): “Kim bu âyete göre hareket ederse imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
181 – Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, artık vebali değiştirenlerin boynunadır.
Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
182 – Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından
Veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını bulan kimse, hiçbir vebale girmez. Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
185 – O sayılı günler, ramazan ayıdır.
O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren
Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.
Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun.
Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar.
Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.
Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister.
Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.
187 – (Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize yaklaşmak size helâl kılındı.
Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz.
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu.
Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah’ın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun.
Şafak vakti, günün ağarması gecenin karanlığından farkedilinceye kadar yeyin için.
Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın.
Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın.
İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için âyetlerini iyice açıklar.
189 – Sana hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir.
Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir.
Asıl fazilet, haramlardan sakınan insanın gösterdiği fazilettir.
Öyleyse evlere kapılardan girin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki umduğunuza kavuşasınız.
190 – Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın.
Fakat haksız yere saldırmayın.
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.
192 – Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
193 – Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah’a mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
194 – Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir.
Hürmetler karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
195 – Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın.
Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.
196 – Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın.
Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin.
Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin.
Aranızda hasta yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek yahut kurban kesmek gerekir.
Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise,
Her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.
Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar.
Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.
Hac: şartlarına sahib olan müslümanın, ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı Arefe günü Arafatta vakfe yapıp, sonra Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Umre ise Kâbe’yi, hac ayları dışında, sünnet kabilinden ziyaret etmektir.
197 – Hac mâlum aylardadır.
Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac esnasında
Ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme yoktur.
Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir.
Azıklanınız ve biliniz ki azığın en hayırlısı takvâdır, haramlardan korunmadır.
Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri!
198 – Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar taleb etmenizde size bir vebal yoktur.
Arafat’ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı zikredin.
O size nasıl güzelce hidâyet ettiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin.
Bilirsiniz ki, O’nun yol göstermesinden önce siz yolu şaşırmış kimselerdendiniz.
Arefe günü vakfeden sonra güneş batınca Arafat’tan Müzdelife’ye doğru akın edilir. Meş’ar-ı Haram Müzdelife’dedir. Müzdelife’de akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır. Gece orada geçirilerek, bayramın birinci günü sabah namazının peşinden Mina’ya doğru hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır.
199 – Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah’dan af dileyin. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
200 – Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla öğündüğünüz gibi.
Hatta daha fazla, daha hürmetle Allah’ı anın.
Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!” derler.
Bunların âhirette nasipleri yoktur.
Haccı tamamlayınca araplar Mina’da toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi. Bu âyet ona bedel Allah’ı zikredip O’nun hidâyetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine şükür etmeye teşvik ediyor.
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.
Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler).
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.
Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler…
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacı
Allah Konulu Ayetler Konularına Göre Ayetler Dinle
-
Admin
199
()